İhsan içine düştüğü durumu şu sözlerle anlattı: "Babamın terazisinin şaştığını hiç görmedim ben. Onu Hazreti Ömer adaletinin timsali bilirdim. Benim istikbalimi tartarken adil olmadı o terazi. Mehmet Ali’yle nikâhlanmaktan başka çıkar yolum kalmadı. Günlerce gözyaşı döktüm, haftalarca yalvardım. Babacığım, masumum, bana kıyma, derslerimi tamamlayayım, yaşım küçük, beni yakma, dizlerine kapandım. Beni sevdiğim biriyle evlendir, telli duvaklı gelin et... ”
İhsan'ın yakarışları karşılık bulamadı ve henüz 13 yaşındayken 24 yaşındaki Mehmet Ali'yle evlendirildi. Bu ani evliliğin ardından İzmir'e sürüldüler.
Aradan neredeyse bir sene geçmişti ve o artık bir anneydi. O günleri şöyle anlatıyordu:“Evliliğimizin üçüncü ayında gittiğimiz
Doktor Levi, ‘Müjde, bebeğiniz geliyor.’ dediğinde hem sevindim, hem üzüldüm. Bir ağladım, bir güldüm. Ne olurdu Rabbim bu müjdeyi Taş Konak’ta, ailemin arasında alsam, bu sevinci orada yaşasam, anneme babama torun haberini ellerini öperek versem! Yetim gibi, öksüz gibi çaresizdim işte... Eşimden görmediğim
sevgi ve destek ümitlerimi kırsa da hayata direnme gücümü artırıyordu diyebilirim. 1 Temmuz 1891 günü oğlum Ahmet Hikmet’i kucağıma aldım. On dört yaşında
anne oldum. Mehmet Ali oğlumuzun doğumuna çok sevindi. Hayatımızın meyvesine bakışı, sevinci, onun cevherindeki iyiliği gösteriyordu aslında. Fakat iyice anladım ki, Mehmet Ali elinde olmadan içkinin, nefsinin esiriydi. Her ne olursa olsun
içki düşkünlüğünün ve kayıtsız yaşayışının, işe gidiyorum deyip birkaç gün eve uğramayışının, hayatımızın tadını, yuvamızın saadetini yok ettiği bir hakikatti. İzdivacın asude cenettini harlı cehannem gayyasına çeviriyordu. Genç kalbimin heveslerini her
zaman kırar,
aşk beklentimi hüsrana boğar, sonra kendini sokağa atar, mutluluğu yuvasında aramaz,
işkence ederdi. ‘Seni kevser suyuna götürür, bir
yudum içirmem’ dediğini nasıl unuturum! Kadehlerde içip dağıtacağına bana bir
yudum aşkını verse, dünyanın dönüşü, hayatın akışı değişirdi... ”